30 Eylül 2013 Pazartesi
Ölüm Uykusu Bölüm 1 Okyanus
Okyanusun ortasın da küçük bir kayık. Güneşin en tepede olduğu, sular sakin, durgun bir şekilde aktığı zamandı. Gözleri kapalı kayıkta uzanan bir adam Güneşin doğrudan yüzüne gelen sıcaklığını, denizin tuzlu kokusunu alıyordu. Gözlerini açmak istiyor fakat açamıyordu sanki bir şey olmasını bekliyordu. Birinin bağırması veyahut da tokatlamasını bir sessin ona komut vermesini bekliyordu. Uzun bir müddet gözleri kapalı bir şekilde bekledi ve gözlerini açtığında ise güneş batmak üzereydi. Yavaşça gözleri açılıyor etrafı bulanık görüyordu. Güneş artık kızıl renge bürünmüş okyanusun dibine batmış yerini dolunay almıştı. Gözleri açılan Uras etrafına bakıyordu üşüyor, korkuyordu. Hemen kendini sandalın sağına atınca sandalın dengesi bozulmaya başlamıştı. Dengesi bozulan sandal bir sağ bir sola gidiyor içine giren sular, esen rüzgar Uras’ı iyice ürkütmüştü. Buraya acaba nasıl gelmişti? Ne zamandan beri sandalda uyuya kalmıştı? Bunları düşünmeye bile vakit yoktu. Yapması gereken bir an önce sandalı dengeleyip sakinleşmekti. Uras sandalı dengelemek için bir elini sağ tarafa, diğer elini sol tarafa koyarak sandalın ortasına oturdu artık sandal dengedeydi. Sıra kafasında ki sorulardaydı. Küreği bile olmayan sandalla okyanusun ortasında ne işi vardı. Acaba kaçırılmış mıydı? Kaçırılmış olsaydı muhakkak yanında birileri olurdu. Okyanusun ortasında olmazdı. Buraya nasıl geldiğiyle ilgili sorular git gide artıyordu her bir soru diğer bir soruyu doğuruyordu. Artık buraya nasıl geldiğini düşünmeği bırakmış buradan nasıl kurtulacağını düşünüyordu. İlk önce yönünü bulmak için gökyüzünde kutup yıldızını bulmalıydı. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı fakat gökyüzünde bir tane bile yıldız yoktu. Sadece ayın ışığı vardı. Ay’a dikkatlice bakmaya başladı. Gökyüzü bir anda gürlemeye başlamıştı ama ne gariptir ki gökyüzünde hiç bulut yoktu. Dikkatlice dinleyince gök gürültüsünü sanki bir şey anlatıyor gibiydi sanki biri ona sesleniyordu. Urasın yüzü yavaşça Ay’ın ışığıyla kavruluyordu. Güneş hiç gitmemiş sadece şekil değiştirmişti sanki. Uras yüzüne vuran sıcak Ay ışığında sandala oturmuş. Sandalın içindeki suları eliyle boşaltmaya çalışıyordu. Birden ağızından sular fışkırmaya başlamıştı ağzını kapatmaya çalışıyordu fakat kapatamıyordu ağzından çıkan sular artmaya başlamış ve sandalı doldurmaya başlamıştı. Sandal yavaşça batıyordu Uras bunu fark etmiş. Eliyle ağzını kapatmaya çalışıyordu ama su her defasında daha güçlü fışkırıyordu. Uras çıldırmıştı ne olduğunu anlayamıyordu artık sandal suya tamamıyla girmiş Uras su yüzeyinde birkaç saniye kaldıktan sonra okyanusun derinliklerine inmişti. Hala ağzından su fışkırıyordu. Suyun içine girer girmez kalbinin attığını hissetmişti ilk defa bu kadar şiddetli atıyordu. Göğsü ağır maya başlamıştı her şey saniyeler içinde oluyordu Sonunda Uras mücadeleyi bırakmıştı. Güneş en tepede yüzüne vuruyor, Denizin tuzlu kokusunu alıyordu. Bir kadın sesi işitiyordu ‘’hadi uyan’’ diyordu. Uras gözlerini yavaşça açıyordu. Tepede ki güneş yüzüne vuruyordu. Elini yüzüne götürerek güneşe karşı siper ediyordu. Sağ dönüp bakıyordu bir kumsaldaydı. Masmavi bir deniz. Bir koyda olmalıydı ya da adada çünkü bu kadar temiz bir deniz ancak insanların az uğrak olduğu yerlerde olabilirdi. ‘’Benimi arıyorsun’’ diye bir ses duydu hemen sol tarafına döndü dizlerinin üstüne çökmüş, Beyaz bir elbise içinde kendisine bakan bir çift umut dolu göz. Uras bir müddet karşısında ki o umut dolu parıldayan gözlere baka kaldı. Saçları omuzlarından aşağıya kadar uzanan, sarı saçlı, Gözleri ise bir ruh kadar şeffaf maviydi. Uras çok geçmeden kendini toparlayıp nerede olduğunu sordu. Karşısında ki sarı saçlı kız gülümseyerek buranın gerçek adını bilmediğini ancak yerlilerin ruh adası dediğini söyledi. Uras biraz irkilerek ölüp ölmediğini sordu. Karşısında ki sarı saçlı kız gülümseyerek ölmediğini söyledi. Elini Uras’a uzatarak evine davet etti. Uras karamsarda kaldı. Sarı saçlı kız Uras’ın karamsarda kaldığını, düşündüğünü görünce. O kıpkırmızı dudaklarını yana gererek;
-Korktun mu?
Diye sordu Uras ayağa kalkarak gülümsedi;
-Korkmak mı? Nerde olduğu mu bilmediğim ve hala nasıl geldiğimi çözemediğim bir adadayım. Bu korkmak değil bu sadece tedirgin olmak.
Sarı saçlı kız derin nefes alıp vererek;
-O halde sana çok iyi bir teklifte bulundum. Benim misafirim ol. Şimdi Annem güzel yemekler yapmıştır.
Uras’a bu sözler mantıklı gelmişti. Hem karşısında tatlı bir kız vardı ondan zarar geleceğini hiç sanmıyordu. Sarı saçlı kızın teklifini kabul ederek evin yolunu tutmuşlardı. Birkaç adım önde sarı saçlı kız Uras’a rehberlik ediyor Uras da etrafı süzüyordu. Etrafa da kuş sesleri, ağacın yapraklarının arasına giren rüzgarın sesi ve sarı saçlı kızın ayak sesleri hakimdi.
Şeytanın Zilleri
Şeytanın Zilleri Bölüm 1 Kütüphane
Mavi gökyüzünü kaplayan bir kuş sürüsü. İnsan bedeni kadar büyük gövdeleri, Upuzun kanatları ile gökyüzünü işgal eden bir kuş sürüsü. Uras terasın ortasında ürkmüş bir şekilde gökyüzüne bakıyordu. Daha önce hiç görmediği devasa büyüklükteki bir kuş sürüsüyle karşı karşıyaydı. Terastan çıkıp eve girmek istiyordu fakat her nedense kıpırdayamıyordu. Sanki yere çivilenmiş gibiydi. Kafasını kaldırıp gökyüzüne bakmak istemiyordu çünkü kuşların baktığını hissedeceğini düşünüyordu. Nitekim düşündüğü de oldu. Sürünün başında ki kirli beyaz renginde ki devasa kuş bir anda kafasını Uras’a doğru çevirmişti. Uras korkmuş, eve doğru koşarak gitmek istiyordu ama her nedense koşamıyordu sanki kirli beyaz renginde ki o devasa kuş gözleriyle Urasın hareket etmesini engelliyordu. Kirli beyaz renginde ki kuş rotasını değiştirmiş Uras’ın üzerine doğru hareket ediyordu ve peşini diğer devasa büyüklükteki kuşlar izliyordu. Gökyüzünde görülen o devasa kuşlar yaklaştıkça iyice büyüyordu. Uras hala kıpırdamaya çalışıyor fakat kıpırdayamıyordu. Birden bir ses duydu bu ses ”Uyan” diyordu. Birden her şey karanlığa büründü ve Uras gözlerini açtı. Karşısında Alican’ın kendisini dürttüğünü gördü. Uras bunun sadece bir rüya olduğunu anladı ve yataktan kalkarak her zaman ki gibi elini yüzünü yıkadı, okul üniformasını giydi, çantasını hazırlayıp Alican’ın hazırlanmasını beklemeye koyuldu. Uras ile Alican’ın Aileleri çocukluk dostudur. Aileleri İstanbul da yaşamasına rağmen çocuklarını Eskişehir deki özel bir okulda okutuyorlar dır. Uras ve Alican zengin bir ailenin çocuğudur. Alican daha çok atılgan sosyaldir. Uras ise her gün aynı sesleri, aynı çehreleri görmekten sıkılmış, fazla konuşmayan ciddi birisidir. Alican her sabah Urası uyandırır, Alican erken kalkmasına rağmen en geç kendisi hazırlanır. yine böyle bir gündür. Uras kapıda Alican’ı bekler. Alican aynanın önünde son rötuşlarını yapar ve kapıda bekleyen Urasdan geç kaldığı için özür diler. Alican ile okulun yolunu tutarlar. Kısa ve sesiz bir yolculuğun ardından okula varırlar. Uras arabadan iner, Alican arabayı park etmek için park alanına doğru ilerler. Uras derin bir nefes alır ve okulda derslere girmek yerine kütüphanede vakit geçirir. Okulun kütüphanesi ıssızdır bunun sebebi de kütüphaneye bakan gizemli, çekirdek gözlü, şişman bir amcadır kendisi hakkında türlü korkunç hikayeler uydurulur. En popüleri ise kendi öz çocuğunun bu okulun kütüphanesinde yanarak ölmesidir. Hikayeye göre çekirdek gözlü amca bundan 10 yıl öncede bu kütüphaneden sorumluymuş. Kitapları çok seven ve sevdirten biriymiş. gecelere kadar kütüphaneyi düzenlermiş. bu yüzden eve geç gidermiş ve oğlu hep uyuya kalırmış. oğlunu sabah sadece uyanıkken görürmüş ve okuluna bırakırmış. Bir gün oğlunun ısrarıyla kütüphaneye götürmüş. Küçük çocuk geç saatlere kadar dayanmaya çalışmış ama uykusuna yenik düşmüş ve uyuya kalmıştır. Çekirdek gözlü amca oğlu üşümesin diye arka taraf da ki masa örtüsünü almaya gitmiş ve döndüğünde ise çocuğunun ortalıklarda olmadığını görmüş ve aniden bir yangın çıkmış raflar kitaplar alev almaya başlamış Çekirdek gözlü amca mecburen dışarı çıkmak zorunda kalmış ve hemen itfaiye’i aramış ama çoktan bina ateşler içinde kalmıştı. itfaiye yangını söndürdükten sonra ise Kütüphaneden hiç bir ceset çıkmamıştı o günden beri çekirdek gözlü amca her gece kütüphanede kalır kitapları düzenlermiş ve masa örtüsünü oğlunun uyuya kaldığı sandalyeye örtermiş bazıları ise çekirdek gözlü amcanın o olaydan beri hiç kütüphaneden çıkmadığını söyler. Uras bu asılsız hikayelere inanmaz ve her gün kütüphaneye gider. Çekirdek gözlü amca ise hiç bir şey söylemeden Urasın masasına gelir sessiz bir şekilde kahvesini koyar ve işinin başına döner. Uras kütüphaneye yine gelir ve ilk defa çekirdek gözlü amcayı yerinde göremez. sadece masasının üzerinde eskimiş, cildi yıpranmış, başlığı bile olmayan bir kırmızı kitap vardır. Uras kitabı masanın üzerinden alır ve ağır ağır kendi masasına doğru ilerler oturur ve kulaklığını takıp kitabın ilk sayfasını açar. İlk sayfada mavi bir kalemle ”Menoslar’ın Kitabı 5001” yazar. Uras sayfayı çevirir karşısına kara kalem ile çizilmiş silik bir resim çıkar. Resimde bir metreden daha uzun omuzlara, upuzun bir burna ve bütün vücudunu kaplayan siyah bir pelerinli birini görür. Altında da ”Menos” yazar. Uras biraz ürkmüştür resimli sayfayı çevirir ve her kitabın olduğu gibi bu kitabında hikayesini okumaya başlar. ”Rivayetlere göre Menos ve Griffon diye iki melek varmış. Tanrı, Griffon ve Menos’u Dünyaya insanların ruhlarını almaya gönderirmiş. Menos ve Griffon insanların ruhlarını tanrıya teslim eder ve tekrar Dünyaya dönermiş. Bir gün Tanrı Menos ve Griffon’u yanına çağırmış, kötü ruhları dünyadan temizlemelerini istemiş ve ikisini insan bedenine koyup Dünyaya yollamış. Cinleri ve Şeytani ruhları toplayıp kutsal bir ağaca mühürlemişlerdir. Luana adında son bir Şeytan kalmıştır. Luana kızıl saçlı, kıpkırmızı gözleri, Kan kırmızısı renginde dudakları varmış. Luannayı gören Melekler,Şeytanlar,Ruhlar hepsi Luanın güzelliğine taparmış. Menos da her melek gibi Luannın güzelliğine vurulmuş.Bir gün Ay’ın Dünyayı aydınlatmayı bıraktığı zamanda, ormanın karanlık, sisli derinliklerinde ışık yükselmeye başlamıştı Menos, Griffini (Griffon) uyandırmadan, o koca vücudu kaldırarak ağır, ağır adamlarla ormanın derinlerine, ışığın yükseldiği yere ilerliyordu. Işığa yaklaştıkça, o beyaz ışık sarımsı renk alıyor ve giderek sıcak bir rüzgar esmeye başlıyordu. Çok geçmeden menos alevlerin ortasında, Luana’nın kıpkırmızı gözlerine bakıyordu. menos dona kalmıştı ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Luana, ani bir hareketle menos’a yaklaştı ve fısıldamaya başladı. Birden bir ses duyuldu. Kuşları yerinden kaçıran, nefesiyle ormanda ki alevleri söndürün bir sesti. Menos’un göz bebekleri birden açıldı bunun sebebi ise Griffin’in ”Hain” diye haykırmasıydı. Menos birden kendisini geri çekmesiyle Luana’nın başı bedeninden ayrılması bir olmuştu. Griffin, Menosun yapamadığını yapmıştı Luanayı öldürmüştü. Griffin, Luanayı mühürlemek için cesedinin yanına gider ve eğilerek elini Luanın bembeyaz tenine koyar ve Luana’nın bedeninden ruhunu çıkartıp taş bir kitaba mühürler. Uras hikayenin satırlarını geçtikçe omuzlarına yük biniyordu. Gözleri yavaşça ağırlaşıyordu artık okumaktan yorulmuştu. Gözlerini açık tutmak için mücadele ediyordu. Masadan kalkıp gitmek ise aklına bile gelmiyordu. Aslında bir masada bile oturduğunun farkında değildi. Elinde ki kitap onu içine çekmiş, kafasında imgeler, resimler belirmeye başlamıştı ilk başta resimler donuktu resimde ki ağaçlar rüzgarın sarsıcı gücünde yavaşça sallanmaya başlamıştı işte resim artık hareket ediyordu rüzgarı artık hissede biliyordu kuşların sesini duya biliyordu kafasını kaldırdığında ise artık masanın yanında oturmuyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)